Cumhur Başkanımız Sayın Abdullah Gül’e Açık Mektup....
Sayın Cumhurbaşkanım, Dil Bayramı münasebetiyle yaptığınız konuşma çok manidar doğrusu...
Diyorsunuz ki “...Bir iletişim aracı olarak dil, üzerinde hassasiyetle durulması gereken zenginliğimizdir...., ...Dilimize sahip çıkmak, varlığımıza, tarihimize, kültürümüze, birliğimize, yarınlarımıza sahip çıkmakla eşdeğerdir”.
Gayet yerinde bir tespit... Dil; bir milletin kodudur, gen şifreleridir, kendi özelliğini ve özel’ini teşkil eden en büyük alamet-i farikasıdır...
Dil; Yaradan’ın insan oğlunun alnına kazıdığı İlahî bir mühürdür... ondandır ki yüce Allah: “Yer ve göklerin yaradılışı da, sizin (Ey Beni Adem) renk ve dillerinizin farklı oluşu da Allah’ın ayet’lerindendir” (Rum Suresi/22) buyuruyor...
Yine yüce Yaradan: “Ey İnsanlar! Biz sizi bir erkek ve bir kadından yarattık, ve sizi ayrı ayrı kavim ve kabilelere ayırdık ki birbirinizi tanıyasınız... 49 Hucurat/13”...
Ayrıca “Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nun 10 Aralık 1948 tarih ve 217 A(III) sayılı Kararıyla ilan edilen İNSAN HAKLARI EVRENSEL BEYANNAMESİ” de aşağıda temas edeceğimiz tespitlere yer verdiği gibi, Türkiye Cumhuriyeti, 6 Nisan 1949 tarih ve 9119 Sayılı Bakanlar Kurulu ile "İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin Resmi Gazete ile yayınlanması yayımdan sonra okullarda ve diğer eğitim müesseselerinde okutulması ve yorumlanması ve bu Beyanname hakkında radyo ve gazetelerde münasip neşriyatta bulunulması"nı kararlaştırılmıştır....
Sonra da Bakanlar Kurulunun bu Kararı 27 Mayıs 1949 tarih ve 7217 Sayılı Resmi Gazete'de yayınlanmıştır. Bu kararlardan birisi de aşağıdaki maddedir:
Madde 2
“Herkes, ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal veya başka bir görüş, ulusal veya sosyal köken, mülkiyet, doğuş veya herhangi başka bir ayrım gözetmeksizin... Ayrıca, ister bağımsız olsun, ister vesayet altında veya özerk olmayan ya da başka bir egemenlik kısıtlamasına bağlı ülke yurttaşı olsun, bir kimse hakkında, uyruğunda bulunduğu devlet veya ülkenin siyasal, hukuksal veya uluslararası statüsü bakımından hiçbir ayrım gözetilmeyecektir”...
Şimdi hem zat-ı alinizin dil hakkındaki vurgunuz, hem Yaradan’ımızın, aynı Soy Kütüğünden geldiğimizi bildiren ve fakat “ayrı ayrı kavim ve kabileler” halinde farklı bir toplumsal yaşama mahkum ettiği halklar hakkındaki beyanı, hem de İNSAN HAKLARI EVRENSEL BEYANNAMESİ’ Madde 2 de geçen “Herkes, ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal veya başka bir görüş, ulusal veya sosyal köken, mülkiyet, doğuş veya herhangi başka bir ayrım gözetmeksizin... bütün haklardan ve bütün özgürlüklerden yararlanabilir... bir kimse hakkında, uyruğunda bulunduğu devlet veya ülkenin siyasal, hukuksal veya uluslararası statüsü bakımından hiçbir ayrım gözetilmeyecektir” hükmü uyarınca:
Türkiye’de yaşayan, vatandaşlık bağıyla bağlı olan -ve fakat etnisitesi ayrı da olsa- her vatandaş “eşittir”...
Aynı zamanda bu eşit fertler ve vatandaşlar arasında “...ülkenin siyasal, hukuksal veya uluslararası statüsü bakımından hiçbir ayrım gözetilmeyecektir”...
Yani hem İlahî buyruk, hem İnsan Kakları Evrensel Beyannamesine imza koyan dünya devletleri, hem de buna bağlı olarak Türkiye Cumhuriyeti devleti, ve en son da Türkiye Cumhuriyeti Başkanı sıfatıyla zat-ı aliniz; vatandaşların “eşitliğini” ve aralarında “ayırım gözetilmeyeceğini” tescil etmiş ve bu haklar “hukuksal” bir hak olarak kaziye-i muhkeme halini almış...
Fakat ta 1925 yılında devlet tarafından çıkarılan meş’um “Şark Islahat Planı” kanunu vasıtasıyla bu ülkenin vatandaşı olan ve -yine sizin ifadenizle- Türklerin “kardeşi” olan Kürt halkının dili -bırakın eşit olarak devlet tarafından eğitilmesi- “yazıda, eğitimde, medyada, şehirde ve hatta köylerde”, yani topyekün bütün bölgede kullanılması bile yasaklanmış ve bu yasağa uymayanlar cezalandırılmış... işte o meş’um Şark Islahat Planının 14. maddesindeki hükmü:
“Malatya, Elazığ, Diyarbakır, Bitlis, Van, Muş, Urfa, Ergani, Hozat, Erciş, Adilcevaz, Ahlat, Palu, Çarsancak, Çemişkezek, Ovacık, Hısnımansur, Besni, Arga, Hekimhan, Birecik, Çermik vilayet ve kaza merkezlerinde hükümet ve belediye dairelerinde ve diğer kuruluşlarda, okullarda, çarşı ve pazarlarda Türkçe’den başka dil kullananlar, hükümet ve belediyenin emirlerine aykırı davranmakla suçlanacak ve cezalandırılacaktır”...
Daha vahim olanı ise, Milliyet gazetesi, 10 Eylül 1930 tarihli nüshasında çıkan ve dönemin Adalet Bakanı Mahmud Esat’ın, söz konusu uygulamaları savunurken “Bu memlekette Türk olmayanların bir tek hakkı vardır: Türklere hizmetçi olmak, Türlere köle olma hakkı” diye ifade ettiği herzeleri...
Sayın Cumhur Başkanım!
Gerek Dil Bayramında çok doğru ve yerinde olan “...Dilimize sahip çıkmak, varlığımıza, tarihimize, kültürümüze, birliğimize, yarınlarımıza sahip çıkmakla eşdeğerdir” tespitinizden, gerek yukarıdaki meş’um Şark Islahat Planının uygulamasından şunu anlıyoruz: Demek ki Türk kardeşlerimiz!, Kürtlerin dilini yasaklamakla ve “eşit” vatandaş muamelesine layık görmemekle, hatta bazılarının, onları “köle” yapmaya çalışmasıyla biz Kürtlere şu bed muamelede bulunulmuş oluyur: “...varlığımıza, tarihimize, kültürümüze, birliğimize, yarınlarımıza...” sahip çıkmamızı engellemişler!... çünkü zat-ı alinizin yukarıdaki ifadenizin mefhum-u muhalifi bundan başka bir şekilde yorumlanamaz... yani zat-ı aliniz Türk halkının Dil Bayramını kutlarken yaptığınız tespit karşısında sizi dinleyen veya beyanatınızı okuyan her Kürt vatandaş “Peki benim dilim ne alemde” diye düşünmez mi?... sonra da bugüne kadar Kürt diline yapılanları bir bir göz önüne getirip bir daha “Türk kardeşliğinden” irkilmez mi?
Sayın Cumhur Başkanım!
Her ne kadar yakın geçmişte AB yolculuğunun bir gereği olarak eski hükümetiniz Kürtçe dilini serbest hale getirdi ise de, hala sorunlar bitmiş değil. Şu anda “Kürtçe dilini kullanmak ve yazmak”tan dolayı hala bir sürü mahkemelik insanlar var. Belki de eski hükümetinizi tökezletmek ve bu yeni hükümetin gerekli, insanları gerçekten kardeş yapan anlayış ve icraatını sabote temek ve bundan bazı siyasi aktörlere fırsat yaratmak için de bazı çevreler bu gibi şeylere tevessül ediyorlar?....
Ama o çevrelerin bahaneleri ne olursa olsun, sizin ilk gezinizi Doğu ve Güneydoğuya yapmanızı, herkes gibi ben de gayet güzel bir taktik ve jest olarak yorumladım. Şimdi artık “sözde” değil, gerçekten ve “özde” kardeş olduğumuzu gösterme zamanıdır...
Madem ki Sivil bir Anayasa yapma azmi ve iradesi mevcuttur -ve İnşaallah kazasız belasız hitama da erer-; o zaman o meş’um “Şark Islahat Planı” gibi, hala Kürtleri “köle” gören zihniyeti ortadan kaldırmak ve gerçekten her “HAK’TA EŞİT ve KARDEŞ” olduğumuzu göstermek bakımından çok büyük bir fırsat doğmuştur. Bu fırsat, bazı evham ve bahanelerle, bazı çevrelerin desise ve hileleriyle kaçırılmamalı ve Doğu-Güneydoğu tercihinizin içini doldurmalısınız... bu da yeni Sivil Anayasada veya düzenlenecek yasalarda “Kürtçe Dilinin ikinci bir dil olarak resmiyet” kazanması ve “Eğitim” dili olarak kabul edilmesi ile mümkündür...
Şunu bütün samimiyetimle ifade etmek isterim ki, eğer halkın, cumhurun verdiği bu yüzde 47 oy oranıyla da Türk-Kürt kardeşliğini beceremezsek, Türkiye ilelebet bir ayrılığa doğru yelken açar ve bundan her iki halk, bütün Türkiye zarar görür. Kürt halkının DTP’den daha fazla sizi desteklemesini iyi okumanız ve o doğrultuda katkıda bulunmanız, artık boynunuzun borcu olmuştur kanaatindeyim...
Şayet “Bakınız Kürt halkı bizi tercih etti” deyip Türk-Kürt kardeşliğine bir ivme kazandırmazsanız; bu iki kardeş halk arasındaki bağlar, bundan sonra daha da gevşeyecek ve “uzlaşma” ile, “kanun” ile bu işin olmayacağını anlayan Kürtler; artık daha da sertleşecekler ve çareyi başka ve yanlış yerlerde ve yanlış yöntemlerde arayacaklar, o da hiç kimsenin yararına değil...
Sayın Gül!
Zannetmeyiniz ki, Kürt Sorunu bir terör sorunudur; Kürt Sorunu “Eşitsizlik, uzun bir zamandan beri köhne köleleştirme çabaları, asimile etme planları ve üvey kardeş” muamelesidir.
Şayet yarın Türkiye’deki terörü biterse, Kürtlerin eşitlik hakkı verilmediği sürece çok kısa bir zaman sonra başka bir örgüt, yeniden doğar ve bugünkü Kürtlerin talep ettiği Demokratik Cumhuriyet talebinin aynısını yine talep eder. Yani bu ülkede bütün Kürtler yok edilmedikçe bu “hak” talebi hiç mi hiç bitmez... Madem ki -Sayın Başbakanın ifadesiyle- “Çözümsüzlük Siyaset Değildir” ve “Siyaset Çözüm Sanatıdır”, o halde daha ne bekliyoruz bu halktan? yüzde kaç verince acaba bu sorun halledilir!...
Selam ve Saygılarımla....
Şükrü aslan
5 Ekim 2007 Cuma
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder